
UZAKLARDAN EVE DÖNÜŞ
İbrahim'in Makamı
Bâbil ülkesinin yeni bir uyarıcıya, müjdeleyen birine ihtiyacı vardı. Zamanın atmosferim iyi anlamak lazım. Bâbil imparatorluğu inanılmaz bir refah düzeyi yakalamıştı. Babil'in meşhur asma bahçelerinin yeşertildiği zamanlar. Ticaret ve saygınlık deseniz zirvede. M.Ö. ikinci bin yılın başlarından birinci bin yılın başlarına kadar uzun bir hükümranlık dönemi. Allah onlara ni-metini ziyadesiyle vermişti. İncil'e göre kule Nuh Tüfanı'ndan hemen sonra güvenli bir yer olsun diye yapıldı. Allah daha fazla yükseltilmesine izin vermedi ama. Kule hiçbir zaman bitirilemedi ve insanlar farklı diller konuşarak dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Şimdi Babil'in asma bahçelerinin kalıntıları bile dünyanın yedi harikasından biri olarak görülüyor. Kulenin kaidesinin bir kenarı 91 metreyi geçiyordu. Burada Sâbiîlik dini hakimdi. Ruhlara ve meleklere ibadetle başlıyorlar, sonra da yıldız, ay ve güneş namına yapılan putlara taparak adaklar adıyorlardı. Taptıkları putları ve yıldızları ruhların sembolü sayarlardı.
Bâbil ülkesinin kralı ve kendini tanrı ilan etmiş bulunan Nemrut bir rüya gördü. Aydan daha parlak bir yıldız başının üzerinde parlıyordu. Büyücüleri, kâhinleri zamanının en iyi astrologlarını çağırdı. Hepsinin ortak kanaati ve rüya üzerine yorumu aynıydı. Bu yıl bir erkek çocuk doğacak. O çok kutlu biri olacak ve Nemrut'un tahtını yerle bir edecek. Hz. İbrahim'in gelişiydi bu.
Daha çocukken put yapıcı olan babası Azer ile tartışmaya başlamışlardı. Putların bir fayda ya da zarar getirmekten ne kadar uzak olduklarını söyleyen İbrahim, aya yıldızlara ve güneşe parlaklıklarına bakarak meylettiyse de, onların devrilip gitmeleri, batıp sönmeleri, onun her türlü zevalden müstağni biricik ve ortağı olmayan Allah'ı keşfetmesine yol açtı.
Tanrı'nın nasıl dirilttiğini yakinen bilmek isteyince Allah ona dört farklı kuş alıp bunları parçalayarak dört ayrı dağa ya da bir dağın dört ayrı tarafına bırakmasını sonra da kuşları çağırmasını istemişti. Parçalanmış kuşların çağırılınca uçarak ona doğru gelmeleri çok açıktan bir ibretti. Bu olayın ardından büyük bir tevhid mücadelesi başlattı. Öyle büyük bir ateş hazırlanmıştı ki onun için, tevekkülünün büyüklüğü karşısında âyet geldi:
-Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve selamet ol! Ateşin ortasında yemyeşil bir bahçe oluştu.
Evi yol üzerindeydi. Geleni geçeni doyururdu. Adının anlamı "millet babası" demekti. O Halîlullah'tı, Allah'ın dostuydu. Ebu'l-edyâf 'U, yani misafirler babası. Göklerin ve yerin sırları kendisine öğretilmişti. Artık Kabe'yi inşa etmesi emredildi. Hacer'Ie İsmail'i ziyaretlerinden birinde onlara şöyle söyledi:
-Allah bana büyük bir iş emretti. -Rabbin ne emrettiyse onu yerine getir, dedi ismail.
-Bu işte sen bana yardım edeceksin. -Ben sana her konuda yardıma hazırım.
-Allah bana burada bir ev yapmamı emretti, diyerek yüksekçe bir tepeyi gösterdi. İsmail taşları taşır, İbrahim duvarı örerdi. Sonunda yükselen duvar boyunu aştı. Boyunu aşınca yükselmek için bastığı taş şimdi Makam-ı İbrahim olarak ziyaret edilir. Bu konu oldukça detaylı işlenir Kur'an'da. "Rabbimiz!İçlerinden onlara senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hakim olan sensin. " (Bakara 2/129.)
Kabe bu dualarla tamamlandı. Kabe insanların güven içinde olacakları, Hak tarafından ağırlanacakları, nazlanacakları yeryüzündeki Allah'ın eviydi. Cebrail nasıl yapacaklarını Öğretmiş, Hz. İbrahim'le oğlu Hz. İsmail inşa etmişti. "Orada apaçık delil/er vardır, İbrahim' in makamı vardır" (Âli İmrân 3/97) diye Peygamberimize vahyedîlen dünyanın ilk evi. Hepimizin ortak yuvası.
Ebedî Rolümüz / Safa ve Merve
İsmi sakine olan güçlü bir rüzgar iki güzel yolcuyu arkalarından itiyordu. Başka türlü bitmezdi bu uzun yol. Yüz yaşlarında heybetli, şefkatli, sırtında kırbayla su ve torbayla yiyecek taşıyan bir adam. Yanında narin yapılı, kucağında bir çocukla ilerleyen, ruhunda fırtınalar esen bir kadın.
Daha ne kadar gideceğiz? Bizi nerelere götürüyorsun? Bu yolculuk ölümden beter!" dedi Hacer. Yüzyıllar sonra doğacak olan Hz. Muhammed'in babaannesi sayılırdı. Kucağında büyüyüp peygamber olacak bir bebeği, İsmail'i taşıyan Hacer acı doluydu. "Ne günahım var ki bunlar başıma geliyor?" diye hayıflanıyordu. "Ey Hacer! Sana ne oluyor? Neden böyle ağlayıp gözyaşları döküyorsun? Sen korkma. Yüce Allah ağlayan çocuğunun sesini işitiyor. Kalk, çocuğunu yerden kaldır, kucağına al. Oğluna iyi bak. Çünkü ben ondan büyük bir millet meydana getireceğim." Bu ilâhî nidadan sonra Hacer kalbin de büyük bir ferahlık duydu, içinde kapılar açıldı. Kimseye nasip olmayacak şeylerle müjdelendiğini hissetti. Hz. İbrahim, omuzun-da kırba taşıyan heybetli erkek yolcu, onu içi yanarak ama olgunlukla izliyordu. Çünkü çok sevdiği Hacer'i ve İsmail'i alıp yollara düşmeden önce, sevgili eşi Sara'yı ikna etmeye çalışmış, buna muvaffak olamamıştı. "Pekâlâ, dediğin olsun Sara! Ben ciğerparem İsmail'imi buradan uzaklaştıracağım. Onu annesiyle birlikte Rabbimin himayesine terk edeceğim." Derin bir kederle geldikleri bu acı noktayı, bu anlam veremediği firakı düşünürken şunu işit-mişti: "Ey İbrahim! Verdiğin karar yerindedir.
Allah bana burada bir ev yapmamı emretti, diyerek yüksekçe bir tepeyi gösterdi, ismail taşları taşır, ibrahim duvarı örerdi. Sonunda yükselen duvar boyunu aştı. Boyunu aşınca yükselmek için bastığı taş şimdi Makam-ı ibrahim olarak ziyaret edilir. Bu konu oldukça detaylı işlenir Kur'an'da. "Rabbimiz! de büyük bir ferahlık içlerinden onlara senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti duydu, içinde kapılar öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder. açıldı. Kimseye nasip Doğrusu güçlü ve hakim olan sensin."
Bu dünyevî meseleyi ilâhî bir karara ve büyük olaylara vesile kılacaktı. Rüzgâr birden kesildi. Murat edilen yere gelinmişti demek ki. Yolculuk ne kadar sürmüştü, bunu kimse bilemez. Ama bilinen şu ki kuş uçmaz kervan göçmez insan geçmez bir yerdi. Şimdi ayrılık vaktiydi. Yeryüzünün akıllara durgunluk verecek macerasının başlama vakti girmişti. Bir kadın ve bir çocuğun ıssız ve karanlık çöle bırakılacağı saat geldik Hacer s enin ve İsmail'in yeni vatanı burası. Burada kalacaksınız. Çadırı kurdu. Buldukları biricik ağacın altına oturttu onları. Tam bir ıssızlık hüküm sürüyordu. Çölün sıcağı ateş gibi yakıyordu doğrusu.
-Ey İbrahim! Bizi burada kimlere emanet ediyorsun?
-Sizi Allah'a emanet ediyorum. -Bunu sana Rabbin mi söyledi? -Evet. Sizi O'nun emriyle bırakıyorum.
Şimdi tevekkül zamanı... Bütün zamanların en güçlü tevekkülü... Bize Allah'a güvenmenin ve dayanmanın, O'ndan başkasından bir şey ummamanın, O'nun yerde ve gökteki hükümranlığına, hiçbir adaletsizlik yapmayacağına, herkesin sesini duyacağına, kimsesizlerin kimsesi olacağına dair tam ve mutlak imanın öğretildiği an. Bir mümin kadın olarak paha biçilmez bir özgürlük ve teslimiyet anı. Teslimiyet olmadan özgürlük ve güven gelmiyor. O halde Allah bize yeter. O korur bizi, bırakmaz. Hiçbir şüphe ve hayıflanma yok. Rabbimiz bizi unutmayacaktır, dedi. Kalbi tam mutmain oldu. Dualarla ayrıldılar. Hacer bırakıldığı yerde tevekkülle bekliyordu. Te-vekkülün annesi. Çölde insansız ve susuz bir kadın ve bebeği. Elektriği tamamen çıkaralım zihnimizden, gecenin koyu karanlığı çökünce ne yaptıklarım ne hissettiklerini bir düşünelim. Hacer'in içini suyun bitmesi ve İsmail'in ağlamasıyla bir endişe kaplamıştı. Onu gören ve koruyan Rabbinin nasıl bir sebeple imdatlarına koşacağını bilemiyordu. Mekke vadisinin amansız sıcağında Safa tepesi olarak andığımız yere çıkıp bir baktı. Kim gelecek yardıma? Oradan Merve tepesine kadar koştu. Burası uzunca bir mesafedir. Bunu yedi kez tekrarladı. Bu; gayretin, çabanın, emeğin temsili. Biz Hacer ruhunu burada hissederiz. Tam bir tevekkülle, sabırla donanmıştır ama gelecek rahmet için say etmekte, canını dişine takarak çabalamaktadır.
Çöle bırakılan dünyanın en yalnız kadını Mekke şehrini böyle kurmuştur. Bir köle kadının etrafında onun yüzü suyu hürmetine dünyanın merkezi oluşturuldu. Bu merkez Mekke'dir. Çölün ortasında şehirlerin anası taşlık kayalık zor şehir Mekke. Şehrin mayasında seksiz bir iman bir kadının dirayeti, bir cariyenin göz yaşları, insanlann en altta sandığı siyah-köle- kadın olan bir insanın hak katında en yukarıya yerleşmesi var. İlahî hiyerarşinin insanlığa en büyük dersi. .