.jpg)
Hacc'ın İslam'daki Yeri
İnsan yaratılıştan aciz bir varlıktır. Bu acziyet, maddî ve manevî ihtiyaçlarının temini noktasında onu başka bir varlığa muhtaç kılar. Maddî ihtiyaçlar cümlesinden olarak gıda, barınma, güvenlik, sağlık gibi hususları; manevî ihtiyaçlardan ise duygu eksikliğinin giderilmesi, bir dine inanma, estetik kaygı gibi hususları zikredebiliriz. Târih boyunca insanlar söz konusu ihtiyaçlarını karşılamak için muhtelif düşünceler geliştirmiş, ilahî olan veya olmayan inançları kabul etmişlerdir. İnanmak insanın en tabiî ihtiyacıdır. Biz bu yazımızda ilâhî dinlerin en mükemmeli olduğunu kabul ettiğimiz İslâm dinindeki ibadetler içinde haccı konu edineceğiz. Dinin bünyesinde yer alan ibadetler, kulu, doğrudan Allah'a bağlayan birer köprü vazifesi görmekle birlikte dinin, ferdî ve toplumsal hayat açısından devamını sağlayan bir faktör konumundadır. İslâm âlimleri genel itibariyle muhteva olarak dini; itikat, ibadet ve ahlâk şeklinde üçe ayırırlar. İtikat ya da inanç esasları kişinin iç dünyasını; ibadetler ise dinin getirdiği buyrukların pratize edilmesi yönüyle insanın dış dünyasını düzenler. Ahlâk ise bir bütün olarak hayata renk veren dinin kişisel planda en üst seviyede duyarlılık halinde yaşanması halidir. Bu açıdan din, insanın bilinç halini geçmişten geleceğe bağlayarak onu,şimdi'yi yaşayan varlık olmaktan yani dünyevileşmekten uzak tutmuş olur. İbadet, bizatihi Allah'ın emri gereği, dinin tarif ettiği şekilde yapılan eylemdir. Şu kadar var ki ibadetler, fayda, psikolojik tatmin, sağlıklı yaşam gibi bazı hususiyetleri bünyesinde barındırır.
İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir. Burada dikkat çekici husus, şehadet/tanıklık konusunun itikat ile, namaz, oruç, zekat ve hac olarak dile getirilen diğer dört unsurun ise ibadet ile ilgili olmasıdır. İtikat unsurunda belirgin olan husus, kul ile Allah arasında farklılığa vurgu yapılması ve böylece şirke düşme tehlikesinin önlenmiş olmasıdır. Ana hatlarıyla dinin getirdiği konulara bakılınca bunun imanahlâk eksenli yani kişinin iç dünyasını ihyaya dönük olduğu görülür. Kulluk faaliyetleri (ibadetler) ise bu ana çizgiyi kuvvetlendirmek (tahkim) yani dış dünyayı ıslah ve imar etmek içindir.
İnanç esasları daha çok kişinin iç/derûnî dünyası ile ilgili iken ibadetler, inancın dış dünyadaki tezahürleridir. Fakat bunlar birbirini tamamlayan unsurlardır. İnancı olup da ibadetlerden uzak düşenler Matürîdî itikad ekolüne göre mümin sayılırlar.6 Fakat ibadet hayatının, inancı zinde kıldığı da bir hakikattir. Dahası ibadetlerden uzak duranın, nefsanî arzuların seline daha çok kapılma riski taşıdığını da söyleyebiliriz.7 İbadet kavramını namaz, oruç, zekat ve hac gibi dört hususa münhasır kılmak elbette mümkün değildir. Müminin miracı olan namaz ibadeti, kul ile Allah arasında doğrudan kurulan bir irtibattır. Mümin, günün farklı zaman dilimlerine ayrılan namaz ile Allah'tan gafil olup dünyaya dalma gibi bir tehlikeyi kendinden uzak tutabilmenin mutluluğunu yaşar.8 Kur'an'da namaza ilişkin âyetler genellikle 'namazı kılın zekatı verin' şeklinde zekat ibadetiyle birlikte anılır. Bu açıdan namaz, insanın iç dünyasındaki kirliliğin izalesi iken zekat, dış dünyasının temizliğidir. Birinde kişinin Allah'la doğrudan diyalogu söz konusu iken zekatta kişinin toplumla barışık yaşaması dikkat çekicidir. Böylece inanan insan, Allah'la ve toplumla barışık bir denge haline ulaşır. Oruç, namaz ibadetinde olduğu gibi tamamıyla kul ile Allah arasında olup biten bir eylemdir. Hacda ise zekatta olduğu gibi toplumla iç içe olma söz konusudur. Buna göre namaz ve oruç kişisel iradî ibadetler iken zekat ve hac kişinin dış dünyasıyla ilgili toplumsal birer ibadettir. Bununla birlikte zekat ve hac toplumsal ibadet olsalar bile kişinin derûnî dünyasında asıl amaç, Allah rızasıdır. Zekat ve hac zenginler için mükellefiyet içeren ibadetlerdir. Buna göre inanan insan zekat verebilecek seviyeye ulaşabilmek için çalışmak, etrafa açılmak, topluma karışıp sosyal etkinliklerde bulunmak zorundadır. Bu açıdan ruhbanlık ya da kabuğuna çekilmek, toplumdan tecrid olmak İslâm'ın tasvip etmediği bir kulluk tarzıdır. Toplumla ilişkisi itibariyle hac ibadetinde zekata benzer bir yapı ile karşılaşırız. Dünyanın her tarafından kutsal beldeye gelen inananlar, artık yerel birer insan olmaktan çıkıp evrensel insan olma vasfını kazanmış olurlar. Böylece hac ibadetine katılanlar, dünyayı bilen, inanan insanların yaşadıkları yerlere dair bilgisi, görgüsü, kültürü olan kişi konumuna terfi ederek din kardeşliğini evrensel boyuta taşımış olurlar. Kutsal Beldelerde ibadet ve ziyarete ilişkin mekânlar, hacıyı, insanlık tarihinin başlarına kadar götürür. Arafat'ta Cebeli Rahmet (Rahmet Dağı), Mina'da cemerât denilen şeytan taşlama yerleri ve nihayet Cebeli Nur (Nur Dağı) ziyaretleri ile hacı, ilk peygamber ile son peygamber arasındaki çizgiyi bütünüyle orada takip etme imkanına kavuşur. Hacdaki insanlar tarihin içinde ve kutsal yerlerde ibadet etmenin hazzını tadarlar. Cennetten geldiği rivayet edilen Hacerü'lEsved'e elini yüzünü sürerken, Makamı İbrahim'i gözleriyle görür. Zemzemi içerken onun tarihi derinliklerden gelen serinliğini içinde duyar. Safa Merve arasında koşarken sıradanlığa bırakılmış bir Hacer kulunu Allah'ın unutmadığı ve ona sahip çıktığı düşüncesiyle kişi, yalnızlık ve kimsesizlik hissinin hüznünü üzerinden atabilecek kuvvete erer. Hakikat ile sembolün birbirine girdiği bu mekânda insanî hastalık kabul edilebilecek ırkçılık, kibir gibi manevî kirlerden arınma bilinci kazanır.
Namazda iftitah tekbiriyle sembolik mânada dünyayı elleriyle geriye atan mümin, hacda başını tıraş ederken bu inancını kuvvetli bir şekilde temsilî olarak tekrar etmiş olur. Şeytanı taşlarken bir ömür boyu kendisiyle cihat etmek zorunda olduğu nefsini taşladığının farkındalığına erer. Arafat'ta bir araya geldiği din kardeşleri ile dünyalık şeylerden kendini tecrid ederek sıradan insan olma yani acziyetini idrak etme aşamasına yükselir. Kabe'de tavafta ya da namazda iken çevresinde dünyanın her tarafından gelmiş ırkları, dilleri, folkloru farklılık arzeden ve fakat Allah'ı, Peygamberi, kitabı, kıblesi bir olan insanlarla tek yürek tek bilek olmanın birlikteliği ile güçlü olduğunun şuuruna erer.
Burada özellikle hac ibadetinde mânanın maddeye hükmettiğini, maddenin araç mananın ise amaç olduğunu her hacı bizatihi görür, yaşar ve bu bilince erer. Hacı olmak bizim kültür dünyamızda diğer ibadetlerden daha farklı şekilde algılanmış, vefat eden kişilerin mezar faşlarına bile elhâc ibaresi yazılarak hac iba'detiyle elde edilen payenin önemine dikkat çekilmiştir. Bu yönüyle hacı, kendisine tam anlamıyla güvenilen, ahlâk ve erdem sahibi, evrensel tecrübeye sahip, kutsal beldelerde manevî açıdan arınmış ve itidale ulaşmış eli öpülesi, duasına nail olunası, bir tür kutsiyete bürünmüş insandır. Şehadet ile İslâm iklimine adımını atan mümin, namazzekat, oruçhac ibadetleriyle sürekli bir sarmal halinde ömrü boyunca dünyasını da ihmal etmeden Allah için yaşayan kişi sıfatına bürünür. Bedenî ibadet olan namazla başlayan bu örgü bedenîmalî ibadet olan hac ile zirveye ulaşmış olur.